GEÇ TUNÇ ÇAĞINDA TİCARİ BİR KENT |
Ugarit kenti, M.Ö. 3. binyılın sonlarından itibaren Mısır'la ticari ve dostani ilişkilerini geliştirmişti. İlk Tutmosis hanedanı firavunlarının Asya İmparatorluğu'nu genişletmeye başlamasıyla Ugarit, Mısır'ın ulaşabildiği alanın en kuzey ucunda olmasına rağmen herzaman, Mısır'a bağımlı bir kent kimliğinden çok, ticari bir ortak kimliği ile kendini gösterir. M.Ö. 1350'ye gelindiğinde önemli bir ticari merkez olan Ugarit, artık Hitit denetimine geçer. Ancak bu durum Ugarit kentinin ticari konumu ve barışçıl tutumunu değiştirmez. Çünkü bu dönemde Ugarit kenti gerek Mısır gerekse de güneyindeki Suriye-Filistin sahilleri boyunca ticari faaliyetlerini sürdürmüş ve bu bölgelerle bağını koparmamıştır. Zaten Hitit politikasına göre Hitit'e bağımlı bölgeler, Hitit hükümdarının koruması ve gözetimi altında görülüyordu. Bu nedenle de Hitit'in kurduğu ilişkiler daha çok yönetsel anlamda olup, iç ilişkileri düzenleyici ve kendisine bağlı kalındığı sürece, sadık prenslerin ek kazanımlarla ödüllendirileceği bir anlayış üzerine kurulmuştu. Nitekim Hitit hükümdarı Şuppiluliuma, M.Ö. 1350'lerde Ugarit Kralı II. Nikmadu'ya şunları yazmıştı: " Sen Nikmadu, eğer efendin Büyük Kralın sözlerini dinlersen ve ona sadık kalırsan, efendin Büyük Kralın sana bahşedeceği lütufları da göreceksin. " Ticari becerileri-nin yanında, Hitit ve Mısır yetkililerine kar-şı politik cambazlıkla-rıyla da tanınan Ugarit, M.Ö. 13. yüzyıla gelin-diğinde, Hitit egemen-liğindeki çok önemli ve zengin bir vasal şehir-di. Ancak Ugarit'in yı-kımı bu zenginliği de beraberinde götürmüştü. Bu yıkılışın sadece Ugarit'i etkilemediği, Anadolu, Suriye, Filis-tin, Yakın Doğu ve Mısır 'a dek uzanan bir etki-leşim sürecini de beraberinde getirdiği görülür. Çünkü M.Ö. 1200 'lerde, yeni yurt bulma amacını güden ancak daha sonraları bir yağma hareketine dönüştüğü anlaşılan denizden gelen halklar, yukarıda sayılan coğrafi bölgelerde gerek siyasi gerekse de ekonomik, kültürel ve teknolojik birçok değişimin de nedenini oluşturmuşlardır. Ugarit'in yıkılışı arkeolojik olarak ispatlanırken M.Ö. 13.yüzyıl sonu ve 12. yüzyıl başlarına tarihlenen bir yazıtta da bu durum görülmektedir. Yazıtta, düşman bir gemiden olan kişilerin Ugarit kentini yağmaladığından bahsedilir. Aslında deniz kavimlerinin Ugarit'ten daha önce saldırdığı Alashiya (Kıbrıs), Ugarit'e bu saldırıyı bildirse de, Ugarit ordusunun askeri yardım için Hitit İmparatorluğu'na gönderilmesi nedeniyle kendini savunamadığı (bir fırının içinde bulunan tabletlerden de anlaşıldığı üzere) görülmektedir. Arkeolojik buluntular sonucunda Ugarit'in, M.Ö. 12. yüzyıl başlarında tahrip edildiği ve M.Ö. 5. yüzyıla dek yerleşilmediği anlaşılır. Ugarit devletinin ikinci önemli şehri olan Ras Ibn Hani'de aynı biçimde tahribe uğramış ancak bu şehire de yeniden yerleşilmemiştir. Kuzey Suriye kent devletlerinin en önemlilerinden biri olan Ugarit kenti, yukarıda değinilen ticari önemi ve faaliyetlerinin yanı sıra birçok alanda da kendini göstermiştir. Gelişmiş mimari yapısı, kendine özgü dili ile yazısı, ahşap ve ahşap oymacılğındaki becerileri, mitolojisi, tanrıları, cam işçiliği ve müziği ile de ayrı bir özgünlüğe sahiptir. Şekil 5: Sarayın genel görünümü Ras Şamra Höyüğü yaklaşık 22 hektarlık bir alanı kapsar ve bu alan üzerinde kentin surları, yol sistemi, görkemli sarayı, tapınak ve seçkin mahalleleri ile iskan alanlarını görmek mümkündür. Burada önemli bir mimari unsur olarak karşımıza çıkan saray yapısı, beş avlunun etrafında yer alan yüz kadar odadan oluşmuş 6000 metrekareyi bulan oldukça büyük bir mimari yapıdır. Bu sarayda beş önemli arşiv ortaya çıkarılmıştır. Bu arşiv, uluslararası içerikli belgelerin korunduğu " güney arşivi " , Hitit kralları ile yapılan anlaşmalar, siyasi ve diplomatik yazışmalardan oluşmaktadır. Orta Tunç Çağı'ndan itibaren Suriye saray mimarisinin karakteristik özelliklerinden biri olan, kral mezarlıklarının kral ikametgahı ile birarada bulunması da sarayın diğer ayırt edici özelliği olarak karşımıza çıkar. Ayrıca sarayda atık su toplama sistemi gibi bir alt yapının bulunduğu da tespit edilmiştir. Höyükte, Orta Tunç Çağı'ndan kalan iki tapınak kompleksi dikkat çeker. Bunlar, Baal ve Dagan Tapınak-ları'dır. Baal Tapınağı'nın içinde bulunan adak nitelikli gemi demirlerine bakılarak, Ugarit denizcilerinin bu tapınağa özel bir saygı gösterdikleri düşünülmektedir. Hatta Baal Tapınağı'nın denizden bakıldığında, çok uzaklardan dahi görülebildiği de yapılan öneriler arasındadır. Ugarit kentinin, akropolün kuzeyinde uzanan alçak bölgesi ve güney kısmının tamamından oluşan bölümü, iskan alanlarını ve mütevazi evlerden oluşan semtleri içermektedir. Bu semtlerde sarayda çalışan seçkin kişilerin ve meslek gruplarının yanı sıra, metinlerde belirtilen kırk kadar sınıf ve meslek grubu da ikamet etmekteydi. Bu semtlerde, saraydakinin aksine herhangi bir kanalizasyon sisteminin bulunmaması dikkat çekicidir. İntremual olarak yapılan gömüler ise, Yakın Doğu'nun diğer bölgelerinde sık rastlanmasa da Ugarit ev mimarisinin bir özelliği olarak karşımıza çıkar. Ugarit denilince akla ilk gelen unsurlardan bir diğeride kendine özgü bir dili ve yazısının olmasıdır. Yapılan kazılar sonucunda, yaklaşık M.Ö. 14. yüzyıla tarihlenen ve sayısı bini aşan kil tablet bulunmuştur. Bu tabletlerde en çok iki dile rastlanır; Akadça ve Ugaritçe... Bu tabletler dört aşamalı bir işlemden geçirilmekteydi. Önce şekillendirilir ve düzleştirilirler, daha sonra da yazının niteliğine bağlı olarak ön hazırlık ( resmi yazılar için silindir mühür baskı ) yapılırdı. Mitolojik yazılar için ise tablet bir sicimle kolonlara ayrılır ve böylece yazı çizime hazır olurdu. Tabletler genelde doğal kurumaya bırakılırken, çok nadir olarak da ateşte pişirilmekteydi. Yönetsel yazılar küçük listeler halinde genelde 10x5 cm.lik tabletlere yazılırdı. Sümer-Babil çivi yazısına dış görünüşleriyle benzeyen, fakat alfabetik olan bu yazıda sadece otuz işaret vardır ve bir de kelime ayracı kullanılmıştır. Bu işaretler daha geç dönemlerde ortaya çıkan, İbrani ve Fenike alfabelerinde olduğu gibi, sadece sessiz harflerle ifade edilen harfleri yansıtırlar. Ancak Ugarit alfabesinde üç tane de sesli harf kullanılmıştır. |
Ugarit alfabesinin yüzlerce işaret yerine otuz kadar harften oluşması bu dilin öğrenilmesini kolaylaştırmış ve daha çok insan tarafından kullanılmasını sağlamıştır. Bunun nedeni ise Ugarit'te yazının Mısır ve Mezopotamya gibi genelde dine değil, ticarete yönelik olmasıdır. Her ne kadar işaretler çivi yazısıyla benzerlik gösterse de soldan sağa ve stylus ile kil üzerine yazılmalarından başka hiçbir ortak yanı yoktur. Ancak yazı, mitolojik betimlerde olduğu gibi iki kolonu geçmişse tabletlerin diğer tarafı ters yönde yazılmaktaydı. Ugarit'te, Ugarit dili ve Babilce yazılmış ekonomik içerikli belgelerin yanısıra iktisadi ve hukuki içerikli özel arşivler, teoloji çalışmalarına kaynaklık eden mitolojik ve ayinleri anlatan metinler de bulunmuştur. Bir Batı-Sami dili olan Ugaritçe ve alfabesi, Charles Virrolleaud ile Edouard Dhorme'nin çalışmaları sayesinde kısa zamanda çözülmüştür. Bronz çağının ortalarında, özellikle Akdeniz kıyı bölgelerinde bronz üzerine kaydadeğer endüstriyel çalışmalar göze çarpar. Ugarit bu alanda adından bahsettirmiş olsa da veriler ancak Geç Bronz Çağına dek aydınlatılabilmiştir. Metalleri karşılayan terimlerin Ugarit'in yerel sözlüğüne de yerleşmiş olması, bu uygarlığın metal ticaretinde de kendini gösterdiğinin bir kanıtıdır. Örneğin tlt (bronz), brr (teneke) sözcükleri metalürjinin yerel kültüre etkisini yansıtan işaretlerdir. Altın ve gümüşün Ugarit dünyasındaki yeri işçilerin tanrısı olan Kothar-wa-Hasis mitolojisinde de görülür. Bu mitolojide tanrı Baal için binalar, altından saraylar ve gümüşten evler yapıldığından bahsedilir. Ayrıca Geç Bronz Çağı'na ait değerli metallerle süslenen bronz eserlerde de tanrı Baal'in adı geçer. Dikkat çekici bir başka buluntu ise bir balta ucudur. Törenlerde kullanıldığı düşünülen bu balta ucu üç metalden (bakır, altın, demir ) oluşur ve Ugaritli işçilerin işçiliği hakkında bilgi verir. Hatta bu işçilerin çalıştığı şehirler krallık boyunca bir yaygınlık gösterir ve metal işçilerinin ait olduğu sosyal sınıf '' kralların adamları '' olarak adlandırılırdı. Ugarit metinlerinde geneli Semitik kökenli olan yirmi kadar metal işçisinin adı yer almakta ve bu merkezde metal işçiliğinin saray endüstrisi ile de ilintili olduğu anlaşılmaktadır. Şekil 10: Tanrı El'in Helkelciği Yönetsel yazılar, metal hammaddelerinin hem dolaşımı hem de kullanımı hakkında bilgi verirken diğer buluntu toplulukları da yine bu konularda ki bilgileri desteklemektedir. Örneğin metal ticaretinde Minet el-Beida'daki buluntular sonucu Mısır, Hitit, Ege ve Mezopotamya ile ilişkiler açıklığa kavuşmuş, Akropolis'te geçen bir av sahnesinin işlendiği altın tabaktaki ikonografiler sayesinde de kültürün yayılım alanı gözlenebilmiştir. Yine Kamid el-Loz ve Tell el-Ajjul gibi uzakta olan yerleşimlerde ortaya çıkarılan kadınsı figürlerle donatılmış, şematik motif ve yıldız motifleriyle süslenen kolyeler, bu kültürün yaygın etkisinin bir sonucudur. Kıbrıs ise bu dönemde Ugarit'e bakır sağlayan önemli bir merkezdir ve burada işlenen madenlerin Ugait'e satıldığı anlaşılmaktadır. İnek derisine sarılmış külçe formundaki bakır ise, Akdeniz'deki uluslararası ticaretin bir objesi olarak karşımıza çıkar. Hatta bu ticaret Mısır'daki rölyeflere de yansımıştır. Bu külçelerin bulunduğu yerler arasında Girit, Kıbrıs, Uluburun ve Cape Gelidonya'nın Türkiye sahillerini sayabiliriz. Arşivlerdeki mektuplar, Ugarit Krallığı'nın işlenmiş metal nesneler ihraç ettiğini gösterirken, bunların işleniş ve teknikleri hakkında bilgi vermemektedir. Camdan yapılmış objelerin üretimi, Ugarit'te sanat eserlerinin bir endüstri oluşturmasında etkili olmuştur. Burada görülen Mısır mavisi, cam ve kilden yapılan seramiğin üzerine cam geçirilerek oluşturulan objeler Erken Bronz Çağı'nı göstermektedir. Bu çağ boyunca, faicence (işlenmiş ve palatılmış toprak mallar), cam ve Mısır mavisinin üretimindeki tekniklerde gelişmiştir. Böylece kalite ve nicelikte bir gelişme yaşanır. Üstüne cam geçirilerek yapılan seramiklerin de M.Ö. 2. binlerde yapılmaya başlandığı ve ana maddesi kil olan bir bileşikle oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bunlar Ugarit'te vazo formunda sadece yirmi tane bulunabilmiştir. Ugarit sanatının kozmopolitik doğası ve tarzındaki çeşitlilik çevre bölgelerle olan ilişkisini de ortaya çıkarır. Örneğin Mısır ile Ege bağlantılı formların yanında Akdeniz'in ve az da olsa Mezopotamya'nın doğu sahillerinin karakteristik özellikleri Ugarit cam işçiliğinde kendini göstermiştir. Özellikle faicence içinde hayvan şeklinde vazolar ve üzerine cam geçirilmiş seramik şişeler Kıbrıs'ta bulunanlarla büyük benzerlik taşır. Ege Denizi'nden Mezopotamya veya İran'a uzanan etkileşim ise kadehler, çiçek taçları ve camla dekore edilen kolyelerde kendini gösterir. Ticaret ve zanaat faaliyetlerinde kendine ait bir özgünlüğü yaratan Ugarit kentinin; köy ve kent şebekeleri, çeşitli merkezler arasındaki faaliyetlerinin dağılımı, bölgenin iktisadi ve idari organizasyonu gibi konuları yazılı kaynaklardan yola çıkılarak açıklanmaya çalışılsa da çevresinin arkeolojik araştırmalarının henüz tamamlanmaması nedeniyle uzun süre daha araştırılması gereken unsurları içermektedir.
KAYNAKÇA
1) J.L.Huot, J.P.Thalmann, D.Valbelle, Kentlerin Doğuşu,İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000.
Haziran 2002 |